Makam Kuyumcuları

“Dr. Ozan Yarman” 

“… Pes, siyagat-ı musıki, hazret-i Adem’(salevatullahi ala nebiyyina ve aleyh)den beru vardur.”

Böyle bahsediyor, 1796 yılında kaleme aldığı Tedkik u Tahkik’te, “müzik kuyumculuğu”ndan Abdülbaki Nasır Dede.Neyzen-şeyh, sonraki bir pasajda, süsleyici perdeleri anlatırken, “kuyumculuk ustaları”na temas ediyor:

“… [Müzeyyin-i] gayr-ı lazım [1] bazı telifde iktiza sebebi ile ilave olunan perdedir. O dahi iki nevidir. Biri karib-i lazım [2], biri baid-i lazım [3]… Ve baid-i lazım telifde istimali hafi rütbesinde olan perdelerdir. Hüseyni’de acem perdesi ve Saba’da neva perdesi ve Nihavend ve Suz-i Dilara’da segah perdesi istimali gibi. Zira, bunlarda mezkuratın istimali ahyanen akall-i kalil, belki seyirde sirkat rütbesindedir. Pes, kısm-ı evvel evvelen ve kısm-ı sani saniyen usul ile beraber zikr olunub, kısm-ı salisi beyana ihtiyacdan hali ve erbab-ı siyagatin iradesine mevkuf olub, gayr-ı mazbut olduğu-çün terk olundu [4].”

 Özeti: “Lüzumdan uzak” olan üçüncü tür süsleyicilerin (baid-i lazım) hangi makamlarda hangi perdeler olduğuna dair örnekler verilmiş, bu perdelerin, adı geçen örneklerde başka bir makamın seyrinden çalıntı gibi durmaları sebebiyle pek seyrek kullanıldıklarına dikkat çekilmiş ve seçim “kuyumculuk ustalarına” bırakılmış. Köklü müzik geleneğimizde, başka kültürlerin müziklerinde kolaydan karşılığı bulunmayan ince bir zevk ve sanatlı nağmelerin vücuda getirilmesinde hassas bir titizlik var ki, “makam kuyumculuğu” bunu ne güzel ifade ediyor. Müziğimizde, yüzü aşkın makamın ihdas ve nakşına vesile olan, işte, bu “kuyumculuk”tur. Makam kuyumculuğu, o denli mesai isteyen bir meslektir ki, Abdülbaki Nasır Dede, bazı bildik terkiplerin zaman içinde terkedilmesinin sebebi olarak, kuyumculuk zahmetinden kaçınılmasını göstermiştir! 
“…Bazı terakib dahi, destres iken terkine sebep, canib-i siyagatten def-i külfetdir.
 Perdehaya ve makamata, bunları gelenekten intikal eden pek çok form içine usulüyle oturtacak derecede, vakıf olmak, hakikaten zorlu bir süreci işaret ediyor; ameliye (yorumculuk) alanında olduğu kadar, nazariye ve bestecilik alanında da ustalaşmayı gerektiriyor. Makam kuyumculuğu ancak böyle oluyor. Bugün, perdeler ile makamların sağlıklı kavranmasında ve sanatlı eserlerin kurgulanmasında karşımıza çıkan en büyük engellerden biri, ameliyeye gerekli ağırlık veriliyorken, ilm-i musıkinin, külfet görülüp,fazlasıyla ihmal edilmesi değil midir?Osmanlı’nın Boğdan voyvodası, tanburi ve bestekar Dimitri Kantemir, Kitabu İlmi’l Musıki Ala Vechi’l Hurufat başlıklı nazari eserinde, müzik icrasının ve makam kuyumculuğunun üçyüz yıl önce ne hallere düştüğünü, ibretlik cümlelerle bize anlatıyor. 
“…Bu minval üzre, dibace-i ilm-i musıki malumun olduktan sonra, bilgil ki, bu ana degin şerh-i makamatı ve edvar-ı musıkiyi icad ve peyda idenler yalnız ameli görüb kavaid-i ulum ve şürut-ı kavanin üzre bir nesne tasnif itmemişler ve bir makam neden olur, gerçi göstermişler, yohsa ne içün böyle olur, ya bilmediler, yahud bildiler ise ilmi inkar idüb amele kanaat kılmışlar… Lakin ilm-i musıki[nin] bu ana degin böyle kaldugı gerçi malumum degil, lakin amel ile gayet mübtezel ve müstamel, ilm ile gayet münker ve mühmel oldugı malumumdur.”
 Kantemir, makamları ve müzik devirlerini (dizilerini) ele alan öncekilerin sırf icraya ağırlık verip, bilimsel kaideleri, kanunları ve şartları gözardı ettiklerini söyledikten sonra, müzik ameliyesinin ne kadar yoz ve köhne, ilminin ise ne kadar inkar ve ihmal edilmiş olduğundan yakınıyor. Bu oldukça ilginç bir gözlem! Benzer olarak, Rauf Yekta, Türk Musıkisi Nazariyatı’nda, geçen yüzyılın başında nazariyat bahsinin, dolayısıyla da “kuyumculukta ustalaşmanın”, müzikçiler tarafından ihmal edilmesi üzerine nasıl serzenişte bulunuyor, görelim: 
“… her musiki müntesibi, musıki alimlerinin tedkikatı neticelerini musıki ilminin kanunlarıyla mukayese ederek, bu alimlerin nazariyat vadisindeki fikir ve mütalaaları ile ülfet peydasına çalışmalıdır. Teessüf olunur ki, zamanımız musıkişinaslarının pek az kısmı bu gibi ilmi eserlerin mütalaasından istifade edebilmektedir; zira, musıki erbabının ekserisi, bu eserlerde mevzu-ı bahs olan meselelerin mahiyetini layıkıyle idrak edememekte ve bu zemindeki tetebbuatın kendi sanat hayatları üzerinde icra edeceği faydalı tesirlerden bihaber bulunmaktadırlar. Nazari bir kitabın daha ilk sahifeleri onları korkutmakta ve münderecatını anlamak için biraz zaman sarfetmeye bile lüzum görmeyerek o sahifeler kapanmakta ve kitap da bir tarafa atılmaktadır.”[5]
 Özeti: Yekta’ya göre, her müzik uğraşanı, daha yüksek bir sanat varedebilmek için, nazariyat alanında vazedilen kanunlar, fikirler ve tartışmalardan haberdar olmalı. Ne yazık ki, durum ülkemizde genellikle bunun tersi. Teorisi eğitim sistemine sapasağlam raptedilmemiş bir Batı müziğinin, bugün ulaştığı gözalıcı mevkiye varması nasıl mümkün değil ise, kuyumculuğunun teknikleri ilmi yollardan deşifre edilmemiş bir Türk makam müziği de, benzer şekilde, yorumculukta ve bestecilikte hakkettiği mertebeye, her halde, yükselemeyecektir. Faraza, ikiyüz yıl öncesiyle mukayese edildiğinde, halisane bir makam kuyumculuğu mesleğinin bugün ne durumda olduğunu sorgulasak, yüzağartıcı bir manzara ile karşı karşıya kalabileceğimizi söyleyebilir miyiz? Sakın, makam dağarının yeknesaklaşması ve bestekarlığın düşüşü olgusunun altında, müziğimizin tarihi nazariyatına gösterilen ilgisizlik yatıyor olmasın? İşte, “makam kuyumcuları”, yalnızca nağmeleri oya gibi işleyen değil, aynı zamanda makam ihdas etmiş nazariyat-ehli musıkişinaslar olarak öne çıkmaktadırlar. Biz şu andan itibaren ikinci mana üzerine yoğunlaşalım. * Abdülbaki Nasır Dede, Tedkik u Tahkik’te, özgün olduğu kadar gizemli birtakım sıfatlarla tasnif ediyor makam kuyumcularını: 
“… Edvar-ı ezman, ebu’l hukema Fisagoras hakime reside oldukda, hakim-i mezkur kuvvet-i riyazat ile bu ilm-i musikiyi ihtira eyleyüb, kavanin-i külliye bast eyledi. Badehu, hukemadan Aristo[zen] [6] ve Farabi, vesairlerinden Şeyh Safiyüddin Abdülmümin gibi, irtiyaz ve telahukk-ı efkar ile ziyade eylediler. Fe-amma akdemunun usul-i elhandan tertibatı başkadır (müellifin notu: Bu mahalde usul-i elhandan murad, niseb-i mabeyn-i negamat ve aksam-ı zi’l-erba ve aksam-ı zi’l-hamsedir [7]). Ve kudemanın oniki makam, altı ve bir rivayetde yedi avaze, yirmidört şube ve terkibatı namütenahiyedir. Ve kudemaya nisbet ile müteahhirin yine oniki makam, lakin bazısını tard ve yerine yine matrudun ismi ile avazeden ve kendi muhteralarından ahz ve bakisinde başka itibarlar eylediler ve bu evza üzre yedi avaze ve dört şube ve terkibat-ı adide itibar ve ihtira eylediler.”
 Özeti: Hukemanın babası Pithagoras vakt-i zamanın müzik devirlerini matematiksel kanunlara oturtmuş, Aristo(zen), Farabi ile sonradan gelen Safiyüddin matematiksel yönden bunları pekiştirmiş; kudema ise 12 makam, 6 yahut 7 avaze, 24 şube ve sınırsız terkip vazetmiş, müteahhirin de bu 12 makamı almış, bazılarını bırakarak, bıraktıklarının ismiyle avazeleri ve kendi buluşlarını makam kılmış, sonuçta, 12 makam, 7 avaze, 4 şube ve sınırsız terkip vazetmiş. Makamların ve terkiplerin tarif edildiği ilerleyen bölümlerde, yukarıdakilere ilaveten, kudema-i müteahhirin, mütekaddimin-i selef, kudema-i selef, selef, müteahhirin-i selef tabirleri geçiyor. Nasır Dede acaba bunlarla kimleri kastediyor olabilir? Yalçın Tura, Tedkik u Tahkik çevirisinde, bu ipuçlarından yola çıkarak şu değerlendirmelerde bulunuyor: 
“…Yazar … açık ve belirgin bir tarihleme yapmıyor, fakat sözünü ettiği oluşumun farklı zaman dilimlerinde yaşayan kişiler tarafından meydana getirildiğini ifade etmek için, birtakım ayırdedici sıfatlar kullanıyor. Bunları sıraladığımızda şöyle bir sınıflamayla karşılaşıyoruz: 1- Akdemun (En eskiler), 2- Kudema-i mütekaddimin (Öncekilerin eskileri), 3- Kudema (Eskiler), 4- Kudema-i müteahhirin (Sonrakilerin eskileri), 5- Müteahhirin (Sonrakiler), 6-Mütekaddimin-i selef (Bizden öncekilerden öncekiler), 7- Eslaf (Bizden öncekiler), 8- Müteahhirin-i selef (Bizden öncekilerin sonrakileri), 9-Fi zemanina (günümüzde). Abdülbaki Dede, kesin bir tarihlendirme yapmamakla birlikte, bize birtakım ipuçları veriyor. Bu ipuçlarından hareketle, Farabi’ye kadarki dönemin nazariyatçılarını ‘akdemun’, Safiüddin’i ve onun yolundan gidenleri ‘kudema’, II. Murad ve Fatih dönemi nazariyatçılarını ‘kudema-i müteahhirin’, Ladikli Mehmet Çelebi’yi ve ondan sonra gelenleri ‘müteahhirin’ daha sonrakileri ‘eslaf’, Nayi Osman Dede ve Kantemiroğlu’nu ‘müteahhirin-i selef’ ve III. Selim dönemini ‘fi zemanina’ sayabiliriz.”
 Yukarıda alıntılanandan daha etraflı bir incelemeye, Fatma Adile Başer’in Türk Musıkisi’nde Abdülbaki Nasır Dede başlıklı doktora tezinde tesadüf ediyoruz. Orada, 1- Akdemun (En eskiler), 2- Kudema (Eskiler), 3- Müteahhirin (Sonrakiler), 4- Selef ve Müteahhirin-i Selef (Öncekiler ve Öncekilerden sonra gelenler), 5- Fi Zamanina (Günümüz, yani müellifin kendi dönemi) şeklinde bir sıralamayla yetinilmiş ve ayrıntısına hemen giremeyeceğim bir çalışma ortaya konmuş. Tura’dan ve Başer’den bazı kritik noktalarda farklı düşünüyor olarak, tarihimizde yer etmiş makam kuyumcuları ile ilgili şunları söyleyebilirim: 
  1. Akdemun, yazılı müzik teorisinin temellerini attığı rivayet edilen Pithagoras’ı (m.ö. 580-500) ve ardılları Arkhitas’ı (m.ö. 428-347), Öklid’i (m.ö. 4. Yy), Aristozenos’u (m.ö. 4. Yy), Didimus’u (m.s. 1. Yy), Nikomakos’u (60-120), Batlamyus’u (83-161), Aristides Kentilyen’i (3. Yy) [8], El-Kindi’yi (800-873), İhvanü’s Safa’yı (10. Yy), El-Farabi’yi (870-950), hatta İbn-i Sina’yı (980-1037), kesin olarak içermektedir.Bunlar arasından, Pithagoras hukemanın babası, Aristozenos (bkz. altıncı dipnot) ve “Üstad-ı Sani” El-Farabi de, müzik fenninde derinleşmiş alimler olarak, hukema sayılmaktadır. Kanaatimce, Ebced notasının mucidi Mutezili feylezof El-Kindi’yi ve El-Farabi’den sonraki büyük İslam feylezofu İbn Sina’yı da hukemaya, dolayısıyla akdemuna, rahatlıkla dahil edebilliriz.Safiyüddin Abdülmümin Urmevi (1224-1294) ise, Kitabü’l Edvar’ında yalnızca 12 devir [9] ve 6 avaze [10] geçtiğine, yine kendisinin kaleme aldığı Şerefiyye Risalesi’nde meşhur devirlerin [11] sayısının 18 olarak verildiğine ve her iki telifde de şubeler ile terkibattan bahis olmadığına bakılırsa, Tura’nın ve Başer’in görüşlerinin aksine, o kudemaya değil, akdemuna dahildir. Bu tespit, Şerefiyye Risalesi’nde (Nasır Dede’nin notunda akdemun ile ilgili belirttiği gibi) dörtlü ve beşli aralıkların, çok çeşitli nisbetlere taksim edilmiş olmasıyla doğrulanmaktadır [12].Akdemunun en bariz özelliği, (Nasır Dede’nin notundan hatırlanacağı üzere) nağmeleri tertip etmede tetrakordal ve pentakordal bölünmeleri tercih etmiş olmalarıdır. Bu durumda, Safiyüddin’in çağdaşları Nasiruddin el-Tusi (1201-1274) ve Kutbettin Şirazi (1236-1317) de akdemuna mensup olarak düşünülmelidir. Bunlar muhtelemen akdemunun sonuncularıdır. Akdemun içinden yalnızca Safiyüddin Urmevi, bahsi geçen iki eserinde, bir oktavda 17 perde ihtiva eden bir Ebced düzenini ayrıca geliştirmiştir. Bu düzen, yüzyıl sonra ortaya çıkacak olan ve ağırlıklı olarak Osmanlı-Türki unsurlara dayalı kudemanın esinleneceği düzendir.Kudema, Nasır Dede tarafından netlikle tarif edilmektedir ve 12 makam, 6 yahut 7 avaze, 24 şube ve sayısız terkip sahipleridir. Kudema, Abdülkadir Meragi (1360?-1435) ile çağdaşları Amasyalı Şükrullah (1388-1465), Kırşehirli Yusuf (Bursalı Hariri’nin Risale-i Edvar çevirisi: 1469) ve Bedr-i Dilşad (Muradname: 1427) olmalıdır. Ayrıca, kudemanın sistematik anlayışını devam ettirdiği için, sonraki kuşak olmasına karşın Nureddin Abdurrahman Cami (1414-1492; Risale-i Musıki: 1485) de kanaatimce bu ekole dahil edilmelidir.Kudemanın sistematik yaklaşımlarını bir ölçüde terkeden ve kendilerini 12 makam, 4 şube ve sınırsız terkip ile belirleyen müteahhirin, Hızır bin Abdullah (Edvar-ı Musıki: 1441), Fetullah Şirvani (ö. 1453), Ladikli Mehmet Çelebi (Risaletü’l Fethiyye: 1453?; Zeynü’l Elhan: 1484), Hace Abdülaziz Çelebi (Nekavetü’l Edvar: 1455), Kadızade Mehmet Tirevi (ö. 1494), Mahmud b. Hace Abdülaziz ve Seydi (1481-1512; El-Matla: 1504) olmalıdır. Ancak, Seydi’den XVI. yüzyıl sonunda Nayi Osman Dede ve Dimitri Kantemir’e kadar geçen dönemde nazariyat alanında kayıt altına alınmış bir faaliyet görülmüyor [13].Bu döneme ben “nazariyatta fetret devri” demek istiyorum. Kudema-i müteahhirin tabirinin de, Bilhassa İstanbul’un fethine kadarki zaman diliminde yaşamış Hızır bin Abdullah ile Fetullah Şirvani’yi kastetmekte kullanıldığı intibaını ediniyorum.Uzun bir aranın ardından gelen Nayi Osman Dede (1652-1730; Rabt-ı Tabirat-ı Musıki: ya.1720) [14], Dimitri Kantemir (1673-1723; Kitabu İlmi’l Musıki Ala Vechi’l Hurufat: 1698), Tanburi Küçük Artin (ö. ya.1750; Musıki Edvarı: ya.1730), Kirillos Marmarinos (ya.1736-1756; Eisagoges Mousikes: 1749), Kemani Hızır Ağa (ö. 1760; Tefhimü’l Makamat ve Tevhidü’n Negamat: ya.1740) ve Nayi Ali Mustafa Kevseri (ö. 1770; Kevseri Mecmuası: ya. 1750) müteahhirinin ikinci kolu olarak düşünülebilir. Ancak, adı geçen nazariyatçıların bilinen makamları farklı yoldan açıklamanın dışında yeni makamlar ihdas ettiğini pek görmüyoruz. Dolayısıyla, Nasır Dede’nin bu kişileri fazla dikkate aldığını sanmıyorum. Kantemir’in yukarıda aktardığımız şikayetinden anlaşılabileceği üzere, makam kuyumculuğu XVIII. Yüzyıla girerken ciddi bir durağanlığa teslim olmuş görünüyor. Makam geleneğinde canlanma ancak bir yüzyıl sonra, III. Selim’in sarayında ve buna bağlı tekkelerde olacaktır.Geriye eslafın kimler olduğu meselesi kalıyor. Selef demekle, müellif kendinden önceki tüm makam kuyumcularını kastediyor olabilir. Zaten, selef tabiri çoğunlukla başka sıfatlarla beraber kullanılmış. Selef ve müteahhirin-i selef, muhtemelen müteahhirin demekle aynı kapıya çıkıyor [15]. Mütekaddimin-i selef ise bir tek yerde geçiyor ve Sebzander-i sebz-i kadim terkibinin muhdisi Muhammed Lala’yı işaret ediyor. Bu kişi, Hızır bin Abdullah’ın edvarında Meragi’den hemen önce sıralanmış [16]. Eğer Lala, Selçuklular döneminde yaşamış ise, mütekaddimin-i selef tabiri yerli yerine oturuyor ve akdemun ile eşanlamlı kullanılmış demek oluyor [17]. Yine tek bir yerde (Büzürk’te) geçen kudema-ı selef, sanıyorum ki, kudema ile kudema-i müteahhirini, yahut sırf kudemayı vurgulamak üzere zikredilmiş.

Dolayısıyla, aslında sadece beş guruptan bahis mümkündür: 

  1. Akdemun: Pithagoras, Aristozen, Farabi, Urmevi, Muhammed Lala.Kudema(-i selef): Meragi, Amasyalı Şükrullah, Kırşehirli Yusuf, Bedr-i Dilşad, Cami.Kudema-i müteahhirin: Hızır bin Abdullah, Fetullah Şirvani.Müteahhirin(-i selef): Ladikli Mehmet, Hace Abdülaziz, Tirevi, Seydi.Fi Zamanina: Hızır Ağa, Halim Ağa, Seyyid Abdürrahim Dede, Abdülbaki Nasır Dede, III. Selim, Seyyid Ahmet Ağa, Arif Mehmet Ağa, Sadullah Ağa.
 Şimdi, Tedkik u Tahkik’te geçen 14 makam ile 136 terkibi, akdemunu hariç tutarak, yukarıdaki dört tarihsel guruba göre sınıflandıralım: Tablo: Tedkik u Tahkik’teki makamların ve terkiplerin dört tarihsel guruba göre sınıflandırılması  
Kudema(-i Selef)
Kudema-i Müteahhirin
Müteahhirin(-i Selef)
Fi Zamanina
1. Rast (gerdaniyeye dek daire itibarı)
1. Rast
1. Rast
 
2. Segah (eslafın ihtilafı segah, dügah ve rast perdelerinin asıl mışube mi oluşunda)
2. Segah (eslafın ihtilafı segah, dügah ve rast perdelerinin asıl mışube mi oluşunda)
2. Segah (eslafın ihtilafı segah, dügah ve rast perdelerinin asıl mışube mi oluşunda)
 
 
 
3. Neva
 
 
 
4. Nişabur
 
5. Hüseyni (daire ihtilafı)
 
 
 
6. Rahevi (salifin)
6. Rahevi (salifin)
6. Rahevi (salifin)
 
7. Buselik?
7. Buselik?
7. Buselik (kardeşleri arasında ihtilaf ve müteahhirin’in zirgule perdesi iltizamı)
 
 
 
 
8. Suz-i Dilara (III. Selim’in ihtiraı)
 
9. Hicaz (daire ihtilafı ve saba perdesi istimali)
 
 
10. Saba (daire hilafı ile Kuçek ve Zirefkend tesmiyesi)
 
10. Saba (daire hilafı ile Kuçek ve Zirefkend tesmiyesi)
 
11. Isfahan? (kardeşleri arasında daire ihtilafı)
11. Isfahan? (kardeşleri arasında daire ihtilafı)
11. Isfahan? (kardeşleri arasında daire ihtilafı)
 
12. Nihavend (daire ihtilafı ve Neva dedikleri)
 
 
 
13. Irak? (daire ihtilafı ve hüseyni yerine hisar perdesi ahzı)
13. Irak? (daire ihtilafı ve hüseyni yerine hisar perdesi ahzı)
13. Irak? (daire ihtilafı ve hüseyni yerine hisar perdesi ahzı)
 
14. Uşşak (Nevruz-ı asl dedikleri avaze ve daire ihtilafı)
14. Uşşak (Neva dedikleri makam ve daire ihtilafı)
 
 
1. Pençgah-ı asl (kudema-i müteahhirin ile ihtilaf yok)
1. Pençgah-ı asl (kudema ile ihtilaf yok)
 
 
2. Pençgah-ı zaid? (Selmek ile karıştırılıyor)
2. Pençgah-ı zaid? (Selmek ile karıştırılıyor)
2. Pençgah-ı zaid? (Selmek ile karıştırılıyor)
 
 
 
3. Neyriz (evc yerine acem perdesi ahzları)
 
4. Mahur-ı sagir (kudema-i müteahhirin ile ihtilaf yok)
4. Mahur-ı sagir (kudema ile ihtilaf yok)
 
 
5. Mahur-ı kebir (Gerdaniyye dedikleri)
5. Mahur-ı kebir (Gerdaniyye dedikleri)
 
 
6. Selmek
 
 
 
 
 
7. Gerdaniyye
 
 
 
8. Tahir-i sagir
 
 
 
9. Tahir-i kebir
 
 
 
10. Arazbar
 
11. Acem (selef ihtiraı)
11. Acem (selef ihtiraı)
11. Acem (selef ihtiraı)
 
 
 
12. Nevruz
 
 
 
13. Nevruz-ı Acem (müteahhirin-i seleften birinin edvarından)
 
 
 
14. Aşiran (Acem dedikleri)
 
15. Kuçek? (ihtilaflı)
15. Kuçek? (ihtilaflı)
15. Kuçek? (ihtilaflı)
 
16. Uzzal? (Hicaz agazesinde ihtilaf)
16. Uzzal? (Hicaz agazesinde ihtilaf)
16. Uzzal? (Hicaz agazesinde ihtilaf)
 
 
17. Müstear
 
 
 
 
18. Acemaşiran
 
 
 
19. Hisar-ı kadim (müteahhirin-i seleften birinin edvarından)
 
 
 
20. Hisar
 
 
 
21. Hisarek (müteahhirin-i seleften birinin edvarından)
 
 
 
22. Beste-i Hisar (kütub-ı seleften birinden)
 
23. Hüzzam-ı kadim (selef ihtiraı)
23. Hüzzam-ı kadim (selef ihtiraı)
23. Hüzzam-ı kadim (selef ihtiraı)
 
 
 
24. Hüzzam
 
 
 
25. Araban
 
 
 
26. Şedd-i Araban
 
 
 
 
27. Hüzzam-ı cedid (III. Selim’in ihtiraı)
 
 
 
28. Evç-ara (III. Selim’in ihtiraı)
 
 
 
29. Dil-ara (III. Selim’in bir şarkısından)
 
 
 
30. Ferah-feza (Seyyid Ahmet Ağa’nın ihtiraı)
 
 
 
31. Vech-i Arazbar (Hızır Ağa’nın ihtiraı)
 
 
 
32. Dilküşa (Arif Mehmed Ağa ihtiraı)
 
 
 
33. Şevk-aver (Arif Mehmed Ağa ihtiraı)
 
 
 
34. Suz-dil (Halim Ağa’nın ihtiraı)
 
 
35. Sünbüle-i kadim (müteahhirin-i seleften birinin edvarından)
 
 
36. Sünbüle
 
 
37. Muhayyer-Sünbüle (ihtiraında beyana hacet yok)
37. Muhayyer-Sünbüle (ihtiraında beyana hacet yok)
37. Muhayyer-Sünbüle (ihtiraında beyana hacet yok)
 
 
 
 
38. Sünbüle-Nihavend
 
39. Nühüft-i kadim
 
 
 
 
40. Nühüft (Neva-ı Acem ve Neva-Aşiran dedikleri)
 
 
 
41. Hüseyni-Aşiran (Vech-i Hüseyni dedikleri)
 
 
 
42. Buselik(li)-Aşiran (Huzi dedikleri)
 
 
 
43. Kürdi
 
44. Zavil (selef ihtiraı)
44. Zavil (selef ihtiraı)
44. Zavil (selef ihtiraı)
 
45. Yegah (şube)
45. Yegah (şube)
 
 
46. Dügah-ı kadim (şube)
46. Dügah-ı kadim (şube)
 
 
 
 
47. Dügah
 
48. Çargah (cemian ittifak var)
48. Çargah (cemian ittifak var)
48. Çargah (cemian ittifak var)
 
49. Bestenigar-ı kadim (ihtilaf yok)
49. Bestenigar-ı kadim (ihtilaf yok)
 
 
50. Bestenigar-ı atik (Nihavend dedikleri)
 
 
 
 
 
51. Bestenigar
 
52. Büzürk (kudema-i selefin makam addeyledikleri)
 
 
 
 
 
53. Isfahanek (müteahhirin-i seleften birinin edvarından)
 
54. Beste-i Isfahan (kudema ihtiraı ve Isfahanek dedikleri)
54. Beste-i Isfahan (Isfahanek dedikleri)
 
 
 
55. Nihavend-i sagir
 
 
 
 
56. Nihavend-i rumi
 
 
 
 
57. Nihavend-i cedid
 
 
58. Gülizar (müteahhirin-i seleften birinin edvarından ve ihtiraında beyana hacet yok)
 
 
59. Şehnaz (Nihavend-i kebir dedikleri)
 
 
 
 
60. Gerdaniyye-Buselik
 
 
 
61. Şehnaz-Buselik
 
 
 
 
62. Acem-Buselik
 
 
 
63. Evç-Buselik
 
 
 
64. Hisar-Buselik
 
65. Nigar
 
 
 
66. Nigarnik
 
 
 
 
67. (Saba) Zemzeme
 
 
 
 
68. Hicaz-Zemzeme
 
 
 
69. Isfahan-Zemzeme
 
 
 
70. Arazbar-Zemzeme
71. Kuçek-Zemzeme (ihtiraında beyana hacet yok)
71. Kuçek-Zemzeme (ihtiraında beyana hacet yok)
71. Kuçek-Zemzeme (ihtiraında beyana hacet yok)
 
 
 
 
72. Aşiran-Zemzeme (Sadullah Ağa ihtiraı)
 
 
73. Hümayun
 
 
 
74. Rahat-feza
 
75. Muhayyer (ihtilaf yok)
75. Muhayyer (ihtilaf yok)
75. Muhayyer (ihtilaf yok)
 
76. Nişaburek (ihtiraında beyana hacet yok)
76. Nişaburek (ihtiraında beyana hacet yok)
76. Nişaburek (ihtiraında beyana hacet yok)
 
 
77. Şiraz
 
 
 
78. Maye (bkz. onikinci dipnot)
 
 
 
 
79. Maye-i atik
 
80. Aşiran-Maye (ihtiraında beyana hacet yok)
80. Aşiran-Maye (ihtiraında beyana hacet yok)
80. Aşiran-Maye (ihtiraında beyana hacet yok)
 
 
 
81. Beyati
 
 
82. Maveraü’n-nehr?
82. Maveraü’n-nehr?
 
83. Evç
83. Evç
83. Evç
 
 
 
84. Dilkeşhaveran
 
85. Sebzander-i sebz-i kadim (mütekaddimin-i seleften Muhammed Lala’nın ihtiraı)
 
 
 
 
 
86. Sebzander-i sebz
 
87. Ruy-i Irak (cemian ihtilaf yok)
87. Ruy-i Irak (cemian ihtilaf yok)
87. Ruy-i Irak (cemian ihtilaf yok)
 
88. Müberka (kudema, kudema-i müteahhirin ve müteahhirin-i selef müttefikler)
88. Müberka (kudema, kudema-i müteahhirin ve müteahhirin-i selef müttefikler)
88. Müberka (kudema, kudema-i müteahhirin ve müteahhirin-i selef müttefikler)
 
89. Huzi (selef ihtiraı)
89. Huzi (selef ihtiraı)
89. Huzi (selef ihtiraı)
 
 
 
90. Hicaz-ı muhalif
 
 
 
91. Muhalefek
 
 
 
 
92. Saba-Uşşak
 
 
93. Sultani-Irak
 
 
 
94. Sazkar
 
 
95. Rahatü’l-ervah
 
 
 
96. Zengule
 
 
 
 
97. Türki Hicaz
 
98. Rehavi
98. Rehavi
98. Rehavi
98. Rehavi
99. Beyati-Araban (ihtiraında beyana hacet yok)
99. Beyati-Araban (ihtiraında beyana hacet yok)
99. Beyati-Araban (ihtiraında beyana hacet yok)
 
 
 
 
100. Suznak
 
 
101. Mahurek
101. Mahurek
102. Mahur-ı kebir-i kadim (kudema-i müteahhirin ile ihtilaf yok)
102. Mahur-ı kebir-i kadim (kudema ile ihtilaf yok)
 
 
 
 
103. Ramiş-i can (Segah Maye)
 
 
 
104. Meşkuye (Segah-ı Acem)
 
 
 
105. Gülzar (Rast Maye)
 
 
 
106. Meclis-efruz (Irak Maye?)
 
 
 
107. Safa
107. Safa
108. Dil-nişin (Aşiran dedikleri)
108. Dil-nişin (Aşiran dedikleri)
 
 
 
 
 
109. Şevk-i dil
 
 
110. Nazenin
110. Nazenin
 
 
111. Şehr-i naz
 
 
 
112. Şevk-engiz
 
 
 
113. Bezm-ara
113. Bezm-ara
 
 
114. Naz
114. Naz
 
 
115. Niyaz
115. Niyaz
 
 
116. Ferahzar
116. Ferahzar
 
 
117. Gonca-i rana
117. Gonca-i rana
 
 
118. Can-feza (Pençgah Ayin-i Şerif’in Terennümünden)
 
 
 
119. Lale-ruh (Pençgah Ayin-i Şerif’in Terennümünden)
 
 
 
120. Dil-rüba (Pençgah Ayin-i Şerif’in Terennümünden)
 
 
 
 
121. Anberefşan (müellifin biraderi Seyyid Abdürrahim Dede’nin ihtiraı)
 
 
 
122. Dil-aviz (Nasır Dede’nin ihtiraı)
 
 
 
123. Ruh-efza (Nasır Dede’nin ihtiraı)
 
 
 
124. Gül-ruh (Nasır Dede’nin ihtiraı)
 
 
 
125. Dildar (Nasır Dede’nin ihtiraı)
 
 
 
126. Isfahanek(-i cedid) (III. Selim’in ihtiraı)
 
 
 
127. Hicazeyn (III. Selim’in ihtiraı)
 
 
 
128. Şevk-i dil (III. Selim’in ihtiraı)
 
 
 
129. Neva-Buselik (III. Selim’in ihtiraı)
 
 
 
130. Arazbar-Buselik (III. Selim’in ihtiraı)
 
 
 
131. Neva-Kürdi (III. Selim’in ihtiraı)
132. Gerdaniyye-Kürdi (ihtiraını beyan hacet değildir)
132. Gerdaniyye-Kürdi (ihtiraını beyan hacet değildir)
132. Gerdaniyye-Kürdi (ihtiraını beyan hacet değildir)
 
133. Hüseyni-Kürdi (selef ihtiraı)
133. Hüseyni-Kürdi (selef ihtiraı)
133. Hüseyni-Kürdi (selef ihtiraı)
 
 
 
 
134. Hisar-Kürdi (Nasır Dede’nin ihtiraı)
 
 
135. Evc-i Nihavendi (eski meşhur bir eserin meyanından)
 
 
 
136. Nevruz-ı Sultani (eski meşhur bir eserden)
 

 

 Bu yazı için özel olarak hazırladığım yukarıdaki tabloda yer alan toplam 14 makam ile 136 terkip içinde, sahibi yahut kaynağı açıklanmış olanlar 28 adet (çilek renkliler), hangi gurup tarafından ihtira edildiği belli olmayanlar ise 33 adettir (türkuvaz renkliler). Doğrudan selefe izafe edilenler 6 adet olup, bunlar Segah, Rahavi, Acem, Hüzzam-ı kadim, Zavil ve Huzi’dir. Yalnızca Büzürk (52. terkip) kudema-i selefe, 85. terkip Sebzander-i sebz-i kadim de mütekaddimin-i seleften (akdemundan) Muhammed Lala’ya izafe edilmiştir. Müteahhirin-i selefe izafe edilen terkipler 24 adet olup mavi renkle tabloda işaretlenmiştir. Maveraü’n-nehr’in kudema-i müteahhirin tarafından mı müteahhirin-i selef tarafından mı ihtira edildiği konusunda Abdülbaki Nasır Dede tereddüde düşmüştür. Ben bunu müteahhirin(-i selef)ten saydım. İçinde kudema(-i selef) tabiri geçen makamlar 5, terkipler 13 adettir. İçinde kudema-i müteahhirin tabiri geçen makamlar 3, terkipler 22 adettir. İçinde müteahhirin ve müteahhirin-i selef tabirleri geçen makamlar 4, terkipler 53 adettir. Abdülbaki Nasır Dede’nin yaşadığı çağda ihtira edildiği kesin bir dille ifade edilmiş yahut ima edilmiş 1 makam ve 30 terkip vardır. Bunlardan 1 makam ile 21 terkibin muhdisi kesin olarak açıklanmıştır. Bestelerde yahut agaze meyanlarında işitilip terkip olarak isimlendirilenler 16 tane olup, bunlar Mahurek, Safa, Şevk-i dil, Nazenin, Şehr-naz, Şevk-engiz, Bezm-ara, Naz, Niyaz, Ferahzar, Gonca-i rana, Can-feza, Lale-ruh, Dil-rüba, Evc-i Nihavendi, Nevruz-i Sultani’dir. Bunlar arasından Şevk-i dil yeni bir eserde (fi zamanina olmalı), Şehr-i naz ile Şevk-engiz ise kadim bazı eserlerde (müteahhirine ait olmalı), müellif tarafından işitilmiştir. “İhtiraında beyana hacet olmayan” terkipler 7 adet olup, Muhayyer-Sünbüle, Gülizar, Kuçek-Zemzeme, Nişaburek, Aşiran-Maye, Beyati-Araban ve Gerdaniyye-Kürdi’dir. Kütub-ı seleften birinden olduğu söylenen, ayrıca, müteahhirin-i seleften birinin edvarında görülen terkipler, yine 7 adet olup, Nevruz-ı Acem, Hisar-ı kadim, Hisarek, Beste-i Hisar, Sünbüle-i kadim, Isfahanek ve Gülizar’dır. Gülizar’ın hem müteahhirin-i seleften birinin edvarında görüldüğünün beyan edilmesi, hem “ihtiraında beyana hacet yoktur” denmesi düşündürücüdür. Benzer şekilde, Beste-i Hisar’ın müteahhirin-i selef ihtiraı olduğunun ifade edilmesinin ardından kütub-ı seleften birinde böyle bulunduğunun ikrar edilmesi, selef ve müteahhirin-i selef kavramlarının eş anlamlı kullanıldığı sonucuna bizi götürdüğü gibi, Gülizar ile ilgili okuduklarımızla birleştirildiğinde, tüm bu terkiplerin müteahhirin gurubuna mensup, ancak kimliğini kesin olarak tespit edemediğimiz aynı kişiye maledilebileceği fikrini pekiştiriyor. İlerideki yazılarımda, Tedkik u Tahkik’te zikredilen ve muhdisi kesin olarak belli olmayan 11 makamı ve 115 terkibi tek tek ele almayı ve bunları ihdas edenlerin kimliğini, edvar kitaplarına derinlemesine müracaat ederek, tespit etmeyi hedefliyorum. * Nazari köklerinden önemli ölçüde uzaklaşan, hatta geçmişiyle yer yer kopma noktasına gelen Türk makam müziğinde, bugün kullandığımız, yahut revaçtan düşüp kaybolan nağmelerin kimler tarafından ihdas edildiği çokça ihmal edilmiş bir konudur. Bu alanda akademik nitelikli araştırmaya pek rastlanmıyor. Bu yazımda, Abdülbaki Nasır Dede’nin Tedkik u Tahkik adlı eserinde geçen akdemun, kudema, müteahhirin gibi terimlerden ve metindeki ipuçlarından hareketle, ihtira ettikleri zevkli nağmelerle kültürümüzü zenginleştirmiş olan makam kuyumcularını tanıtmak ve makamları mucidlerine göre tarihsel bir tasnife tabi tutmak suretiyle, sözkonusu açığı bir nebze kapatmaya çalıştım.  KAYNAKÇAAbdurrahman Cami. ya.1450. Treatise on Music. [Farsça’dan çev. A. N. Boldirev & Viktor M. Belyayev, ed.] Rusça’dan çev. I. Darreg (1965). Özbek Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Bilimler Akademisi Yayınevi, Taşkent. Agayeva, S. & Uslu, R. 2005. “Kitab-ı Edvar: Ruhperver (Leiden, Or. 1175)”. Müzik ve Bilim Dergisi, Sayı 3, Mart 2005. Aksu, F. A. 1988. Abdülbâki Nâsır Dede ve Tedkîk u Tahkîk. Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Marmara Üniversitesi, T00467 Ref 781.7/A313 1988 k.1. Ali Ufki. ya.1650. Mecmûa-i Sâz ü Söz. Yay. Haz. Ş. Elçin. Kültür Bakanlığı Türk Musıkisi Eserleri: 1. Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1976. Arısoy, M. 1988. Seydi’nin El-Matla Adlı Eseri Üzerine Bir Çalışma. Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Marmara Üniversitesi, T00432 Ref 781.7/A714 1988 k.1. Arslan, F. 2006. “Nasîruddîn et-Tûsî ve Mûsikî Risâlesi”. Dini Araştırmalar Dergisi, sayı 26, Ankara. Arslan, F. 2007a. “Safî al-Dîn al-Urmavî and the Theory of Music: Al Risâle al-sharafiyya fî al-nisab al-ta’lîfiyya – Contents, Analysis, and Influences”. Foundation for Science, Technology and Civilizations Limited. Arslan, F. 2007b. Safiyyüddîn-i Urmevî ve Şerefiyye Risâlesi. Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara. Bardakçı, M. 1986. Maragalı Abdülkadir. Pan Yayıncılık, İstanbul. Başer (Aksu), F. A. 1996. Türk Mûsıkîsinde Abdülbâki Nâsır Dede (1765-1821). Doktora Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Marmara Üniversitesi, T03783 Ref 780.956/B298 1996 k.1. Cevher, M. H., 2004a. Kitab-ı Edvar: İnceleme-Günümüz Türkçesi-Çeviriyazım ve Esas Metin. Can Basımevi, İzmir. Cevher, M. H., 2004b. Ruh-Perver: İnceleme-Günümüz Türkçesi-Çeviriyazım ve Esas Metin. Sade Matbaacılık, İzmir. Chalmers, J. 1992. Divisions of the Tetrachord. L. Polansky & C. Scholz, ed. Frog Peak Music Publication. Çetinkaya, Y. 2001. İhvân-ı Safâ’da Müzik Düşüncesi. İnsan Yayınları, İstanbul. Emel, D. 2002. Topkapı Sarayı müzesi kütüphanesi 2069-1//2 risaleler çalışması. Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul Teknik Üniversitesi. Kon UZ43 Dem. Helmholtz, H. L. F. 1877. On the Sensations of Tone. Çev. & ed. A. J. Ellis (1885). Dover Publications Inc., 2. rev. ed, New York, 1954. İbn Sina, ya.1030. Mûsıkî. Çev. A. H. Turabi. Litera Yayıncılık, İstanbul, 2004. Kantemir, D. ya.1700. Kitabu İlmi’l Musıki ala vechi’l Hurufat. Translit. & Çev. Y. Tura. 2 cilt. Yapı Kredi Yayınları, 2001, İstanbul. Nasır Dede, A. 1794-6. İnceleme ve Gerçeği Araştırma (Tedkik ü Tahkik). Çev. & ed. Yalçın Tura, Küğbilim Dizisi 1, İstanbul, 1997. Nâyî Osman Dede. ya.1700. Rabt-ı Tâbirât-ı Mûsıkî. Translit. F. Hariri (ya.1970), & ed. O. Akdoğu, Akademi Yayınları, 2. baskı, İzmir, 1992. Özçimi, M. S. 1989. Hızır bin Abdullah ve Kitâbü’l Edvâr. Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Marmara Üniversitesi, T00635 Ref 781.7/Ö98 1989 k.1. Popescu-Judetz, E. 1998. Kevseri Mecmuası. Çev. & ed. B. Aksoy, Pan Yayıncılık, İstanbul. Popescu-Judetz, E. & Sırlı, A. A. 2000. Sources of 18th Century Music. Pan Yayıncılık, İstanbul. Popescu-Judetz, E. 2002. Tanburi Küçük Artin – A Musical Treatise of the Eighteenth Century. Pan Yayıncılık, İstanbul. Tekin, D. 2003. Yavuz Sultan Selim’e Yazılan Bir Kitab-ı Edvar. Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul Teknik Üniversitesi. Kon UZ56 Tek. Turabi, A. H. 1996. El Kindî’nin Mûsıkî Risâleleri. Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Marmara Üniversitesi, T03611 Ref 297.3/T929 1996 k.1. Tura, Y. 1982. “Horasan Tanburu’nun Perdeleri ve Türk Mûsıkîsi Ses Sistemi”. Y. Tura. Türk Mûsıkîsinin Mes’eleleri. Pan Yayıncılık, İstanbul, 1998. s. 169-73. Uslu, R. 2002. “Osmalı’dan Cumhuriyet’e Müzik Teorisi Eserleri”. Türkler, Cilt XII. Yeni Türkiye Yayınları, Ankara. s. 443-8. Uygun, M. N. 1990. Kadızâde Tirevî ve Musikî Risalesi. Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Marmara Üniversitesi, T00891 Ref 781.7/U98 1990 k.1. Uygun, M. N. 1999. Safiyüddin Abdülmü’min Urmevî ve Kitâbü’l Edvârı. Kubbealtı Neşriyat, İstanbul. Übeydullah, S. 2007. Abdülkadir Meragi ve Camiü’l-Elhanı. Doktora Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Marmara Üniversitesi. T0056721 Ref T15008. Yekta, R. 1922. Türk Musikisi. Çev. O. Nasuhioğlu. Pan Yayıncılık, İstanbul, 1986. Yekta, R. 1924. Türk Musıkisi Nazariyatı. Çev. G. Paçacı. Musıkişinas (1-9), Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Kulübü Yayını, İstanbul.

 

   Dipnotlar 
[1] Bu deyim, bir makam veya terkip için illa ki gerekli olmayan süsleyici perdeleri genel olarak anlatıyor. 
[2] Bir makam veya terkip için mecburi olmayan, ama olmasında yarar olan genişleme ve yeden perdeleri (Nasır Dede’ye göre, Rast’da yegah perdesine dek genişleme ve Uşşak’ta rast yeden gibi). 
[3] Bir makam veya terkip için gerekli olmayan, kullanılması az yararlı olan, “başka makamdan çalıntı gibi duran” süsleyici perdeler (Nasır Dede’ye göre, metnin ileri bir bölümünde geçtiği üzere, Suz-i Dilara, Isfahan ve Nişabur’da evç, Hüseyni’de hicaz, Hicaz’da acem gibi). 
[4] Kısm-ı evvel, önden açıklanan ve makamların asıl perdelerine karşılık gelen müzeyyin-i lazım, kısm-ı sani müzeyyin-i karib-i lazım, kısmı-ı salis ise müzeyyin-i baid-i lazım olmaktadır. Tedkik u Tahkik’te makam ve terkip tarifleri, yalnızca birinci ve ikinci tür süsleyiciler üzerinden yapılıyor ve “başka makamdan çalıntı gibi duran” süsleyiciler, “kuyumculuk ustaları”nın marifetine bırakılıyor. 
[6] “Üstad-ı Evvel” lakabıyla anılan Yunan feylezofu Aristoteles (m.ö. 384-322) ile aynı yüzyılda yaşamış olan müzik teorisyeni Aristozen’in Türk nazariyatçılar tarafından sıkça karıştırıldığı görülüyor. 
[7] Anlatılmak istenen, akdemun tarafından dörtlü ve beşli aralıkların çok çeşitli matematiksel oranlara taksim edilmesi ve perdeler arasında, bunların taksiminden elde edilen oranların gözetilmesidir. 
[8] Bu noktadan itibaren, Boethius (480-524) ve Hucbald (850-930) kanalıyla Hristiyan dünyasının müzik nazariyatı ile İslam dünyasının müzik nazariyatı ayrışmaktadır. 
[9] Uşşak, Neva, Buselik, Rast, Hüseyni, Hicazi, Rahevi, Irak, Zirefkend, Isfahan, Zengule, Büzürk. 
[10] Geveşt, Gerdaniye, Selmek, Nevruz, Maye, Şehnaz. 
[11] Uşşak, Neva, Ebuselik, Rast, Hicaz, Nevruz, Isfehan, Zengule, Rahevi, Zirefkend, Büzürk, Muhayyer-i Hüseyni, Nühüft, Hicaz (diğer bir devri), Gevaşt, Gerdaniye, Hüseyni, Irak. 
[12] Yalnız, Tedkik u Tahkik’te 78. terkip olan Maye için, “kudema-i mütekaddimin ihtiraıdır” diyor Nasır Dede. Bu deyim tek bir kez geçiyor. Başer buna bakarak Maye’yi zikreden ilk kaynak olan Urmevi’yi kudemadan sayıyor. Halbuki, öyle olabilmesi için “mütekaddimin-i kudema” denmesi icabederdi. Ayrıca, Urmevi’de Maye avazesi, Nasır Dede’de tarif edildiği gibi edilmiyor; yani sözkonusu olan daha sonraki başka bir Maye olmalı. Nitekim, 3. makam olan ve ilk kez Urmevi’de görülen Neva için de müteahhirin ihtiraıdır deniyor. Ayrıca, Nasır Dede, 79. terkip olan ve yaşadığı çağda kullanılmadığından “atik” (eski) kaydı koyduğu Maye-i Atik için müteahhirin-i selef ihtiraıdır diyor. Dolayısıyla, müellif, Maye’de çok muhtemelen kudema-i müteahhirin demek istemiş, ancak yanlışlıkla kudema-i mütekaddimin yazmıştır. 
[13] Bununla birlikte, Batı dizek notasını Türk makam müziğine ilk kez uyarlayan Ali Ufki lakaplı Albert Bobovski’yi (1610-1675) unutmamak gerekir. 
[14] Kutbu-n Nayi Osman Dede’nin, Rabt-ı Tabirat-ı Musıki’de 24 şube anlayışını sürdürmesiyle ilgili olarak, bkz. Fatma Adile Başer, Türk Musıkisi’nde Abdülbaki Nasır Dede” doktora tezi, Marmara Üniversitesi. 
[15] Hisarek ve Beste-i Hisar terkiplerinin kimin buluşu olduğunun anlatıldığı pasajda, selef, müteahhirin ve müteahhirin-i selef tabirlerinin aslında aynı şeyi kastetmekte kullanıldığı anlaşılıyor: Hisarek için “…Bu terkib müteahhirin-i selefden birinin edvarında böyle bulundu. Ve müteahhirin ihtiraı olması evladır. Amma bir diğer edvar-ı selefde Hisarek namı ile bir terkib dahi görülmüşdür. Lakin, tekellüften hali olmadığından tahrir olunmadı” deniyor. Burada, “bir diğer edvar-ı selefde” denilmesinden, sözkonusu iki edvarın müteahhirin-i selefe ait olduğu, dolayısıyla da selef ile müteahhirin-i selefin aynı manaya geldiği görülüyor. 22. terkip olan Beste-i Hisar için: “Bu dahi müteahhirin-i selef ihtiraıdır” denmek suretiyle müteahhirin ile müteahhirin-i selefin aynılığı kesinlik kazanıyor. 
[16] “… halife-i Mustasım zaman-ı hilafetinde her memleketde nedenlu üstadlar varise, bu ilm-i musikide cemiisin cem itmişdi. Dahı bu ilmun ta’limine rağbet göstermişidi. Veli bunlarun içinde üstadları ve gayet hüzemendleri bu ilmde Seyyidü’s-Salikin ve üstadü’l mütekaddimin ve’l müteahhirin Safiyüddin Abdü’l-Mü’mindi. … andan sonra üstad iftiharü’l-arifin Muhammed Lala-i Mısri geldi. Andan sonra müteahhirlerde üstad Abdu’l-Kadir Meragi’ydi.” 
[17] Ancak Recep Uslu, Muhammed Lala’nın XV. yüzyılda yaşamış olduğunu düşünüyor. bkz. http://www.muzikbilim.com/3m_2004/agayeva_s.html#_ftn43. Demet Tekin ise, Muhammed Lala’nın Anadolu Selçuluları devrinde yaşadığı görüşündedir. “Bu bağlantı bir süredir çalışmamaktadır; gönderme yapılmak istenen kaynak, Sureyya Agayeva ile Recep Uslu’nun 2008’de müzik ve bilim internet dergisi için ortaklaşa kaleme aldıkları “Ruhperver: Kitab-ı Edvar (Leiden)” başlıklı makaleleridir.”

Ozan Yarman

Yazar

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın